İrritabl Bağırsak Sendromu
Huzursuz bağırsak sendromu (IBS), organik bir patoloji olmaksızın, dışkılamayla ilişkili kronik karın ağrısı ve değişken bağırsak alışkanlıkları ile seyreden, hayatı tehdit etmeyen ancak hayat kalitesini bozan ve sık karşılaşılan bir fonksiyonel gastrointestinal hastalıktır
IBS’nin dünyadaki sıklığı %11,2 olup, bölgesel değişiklikler göstermektedir.Ülkemizde yapılan çalışmalarda ise %6,2 ile %33,5 arasında değiştiği bildirilmiştir. IBS kadınlarda daha sık görülmekle birlikte semptomların ciddiyeti, hayat kalitesine ve günlük yaşam üzerine etkileri kadınlarda erkeklere göre daha yüksektir. IBS sıklığı elli yaş üzerinde giderek azalmakta ve altmış yaştan sonra başlangıç ise çok nadir görülmektedir.
IBS tanısı koyulana kadar çok sayıda poliklinik başvurusu olması, gereğinden fazla tetkik yapılması, gereksiz ilaç tedavisi ve hatta operasyonlara neden olması, bunlara rağmen tatmin edici sonuçların elde edilememesi sağlık giderlerinde ciddi artışa ve iş gücü kaybına neden olmaktadır. Bu nedenlerle IBS, dünya çapında maliyeti yüksek ve önemli bir problemdir.
IBS patofizyolojisi multifaktoriyel olup kesin olarak bilinmemekte ve hastadan hastaya farklılık göstermektedir. Genetik, çevresel ve fizyolojik faktörler IBS gelişme riskini artıran başlıca faktörlerdendir. Değişmiş gastrointestinal motilite, visseral aşırı duyarlılık, artmış bağırsak geçirgenliği, immün aktivasyon, değişmiş bağırsak florası ve beyin-bağırsak hattında bozukluk olması saptanmış başlıca patofizyolojik değişikliklerdir.
Kronik ve tekrarlayan karın ağrısı ile birlikte değişken bağırsak alışkanlığı (kabızlık, ishal veya her ikisi) IBS’nin temel klinik özelliğidir. Karın ağrısı karnın herhangi bir yerinde olabilmekle beraber en sık alt kısımlarına lokalizedir. Hastalar hekime her zaman tipik IBS semptomlarıyla başvurmayabilir. Sıklıkla eşlik eden diğer fonksiyonel hastalıkların örneğin dispepsi, baş ağrısı, halsizlik, açıklanamayan kas ve eklem ağrıları veya disparoni başvuru nedenlerinden olabilir.
Bunların olması tanıyı desteklemekle birlikte tanı için spesifik değildir. Normal popülasyona göre IBS olan bireylerde majör depresyon, somatizasyon bozukluğu, panik bozukluk, nevrotik kişilik, post-travmatik stres bozukluğu, uyku bozuklukları, stres bozuklukları, duyusal bozukluklar, çevreye karşı aşırı duyarlılık, bastırılmış öfke gibi psikiyatrik bozukluklar daha sık görülmektedir. Özellikle medikal tedavi almak isteyenlerde psikososyal bozukluklar daha sık görülmekte ve tedavi sonucunu etkilemektedir.
IBS hastalarının %70’i hafif seyirli hastalığa sahip olup, herhangi bir sağlık kuruluşuna başvurmamaktadır. Geri kalan %30 hastada hastalık orta-ağır şiddette olup, büyük çoğunluğu birinci basamakta tedavi olmaktadır. Sadece şiddetli veya dirençli vakalarda (%1-5) bir uzman hekim yardımına ihtiyaç duyulmaktadır.
IBS hastaları, birinci basamak sağlık kuruluşuna başvuran hastaların %12’sini oluşturuyorken, gastroenteroloji kliniğindeki hastaların %28’i IBS tanısıyla takip edilmektedir. IBS açısından birinci basamak sağlık hizmetlerinin önemi oldukça büyüktür.
IBS, zamanla semptomları değişse de pek çok hastada tekrarlayan kronik bir hastalıktır. Uzun klinik takipler sonrası %2-18 hastanın semptomlarının daha kötüleştiği, %30-50’sinin değişmeden kaldığı, %12- 38’inin ise daha iyi olduğu gösterilmiştir.
Tedavi, semptomların tipi ve şiddeti, psikososyal etkilenme durumu tedavinin yönetimini belirlemektedir. Tedavi basamağındaki en önemli komponent sıkı bir hasta hekim ilişkisinin kurulabilmesidir. IBS’de beslenme tedavisi önemli bir yer tutmaktadır. Beslenme düzenlemesi hastaların semptomlarına yönelik olmalı ve semptomlarla ilişkili besinler ya beslenmeden çıkarılmalı ya da azaltılmalıdır. Yeterli sıvı alımı ile birlikte az ve sık beslenme önemlidir.